Reklam Engelleyici

Sanırım bir reklam engelleyici kullanıyorsunuz gibi.

Eğer geçici olarak durdurursanız reklamlar görünecektir. Anlayışınızdan dolayı teşekkür ederiz.

Tahsin MELAN
Dil-KültürGenel İçerik

Hoş Geldin Aruz

Değerli okuyucularım. Bugün yine sizlerle, gelen bir rica doğrultusunda yaptığım açıklamaları kapsayan bir yazımı paylaşacağım. Mehmet Beyle yeni tanıştım. Çok da memnun oldum. Onu önce İLKLEME* tarzında bir şiiriyle tanıdım. Arkasından 3-5 yazışmamız oldu. Bu yazışmalar sonucu çalışmalarını değerlendirmemi rica etti. Kısa bir girişten sonra kendisine yazdıklarımı sizlere de aktaracağım. Edebiyat alanında önemli bir noktanın işlenmesi açısından eminim ilginizi çekecektir.

Mehmet Beyden şiirlerini, tarafımdan yönetilen Dilimiz Sayfaları’nın (www.dilimiz.com) yazışmalığına da aktarmasını rica ettim. Sağ olsun, beni kırmadı. Gördüğüm, okuduğum şiirler inanılmaz bir yapıya sahipti. Bazı şiirleri hece ölçüsüyle kaleme alınmıştı. Bunlar günümüz için olağan şeylerdi. Çoğumuz türlü gayretler içerisinde bocalayarak da olsa yaşantımızın bazı dönemlerindeki duygusal yoğunlukların yansımasını kaleme dökerek hece ölçüsüyle şiir yazmaya çalışmışızdır. Bu uğraşta başarılı olup olamamanın temelinde halk şiiri temel bilgilerinin bilinmesi gerekse de genellikle bilmeden de uygulamaya çalışılır. Önemli olan kişinin hissettiklerini “kendince” yansıtmasıdır. Halk edebiyatında genellikle bu kalıpların 11’li hece sayısına bağlı olanları daha yaygındır. Şiir yazmaya çalışanların çoğu bu sayıları az çok bilir. İlk kural 11 hece sayısını tutturmaktır. Kalıpları bilmeyenler ise istediği birimi kendisi belirleyebilir. Bir de dizelerin son hecelerinde uyum sağlanabilmişse işte size şiir. Kuralların böylesine yüzeysel değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkan şiirler mutlaka kenarda köşede, kişisel sayfa ve günceler arasında kalmaya mahkûmdur. Yapılanlar yeterli değildir. Bunlar şiirde aranan özü, ahengi yansıtmaya yetmeyecektir. Dolayısıyla hem yazanı hem okuyucuyu rahatsız eden, adını koyamadığı bir şeyler vardır ki şiir boyunca kendini hissettirir. Bunun nedenlerinden ilki ve en önemlisi hece ölçüsünün uygulanması sırasında durakların dikkate alınmamasıdır. Amaç sadece dizelerin hepsinde aynı hece sayısını tutturmak değildir, olmamalıdır. Bu sayının iç ölçüsünün, duraklarının da yerli yerinde uygulanması gerekir. Bu da genellikle yaygın olarak 4+4+3=11 ya da 6+5=11 şeklinde görülür. Daha değişik kalıplar da vardır elbette şiirin türüne göre, ama konuyu uzatmamak için ayrıntıya girmek istemiyorum. Belki başka bir yazımda bunları ayrıntılarıyla gündeme getirebilirim. Şiirdeki başarının önemli bir başka püf noktası da şiirdeki kafiyelerin sadece eylem çekimleriyle oluşturulmamasına özen gösterilmesidir.

Hece ölçüsüyle ilgili konuyu daha fazla uzatmadan esas konuya gelmek istiyorum. Konumuz edebiyatımızda bir döneme damgasını vuran ARUZ ölçüsü. Bu konunun ayrıntılarına girmek istemiyorum. Bilenler için zaten sorun olmayacaktır. Bilmeyenlerin de az bir çabayla internet üzerinden fazlasıyla bilgi edineceğine eminim. Bu yazımdaki amacım aruzu anlatmak değil, aruzun günümüzdeki kullanılırlığını göstermeye çalışmaktır. Kitabî bilgileri kes, kopyala, yapıştır yöntemine gerek duymuyorum. Hiçbir yazımda bu yöntemi uygulamadım, yapmam da. Okuyucusuna hitap eden kişinin, bilinenleri tekrarlamaktan ziyade, bilinenlerin arkasında kalan karanlık noktaları aydınlatır nitelikte kendine özgü bir şeyler, yeni fikirler üretmesi ve sunması taraftarıyım. Ayrıca hiçbir yazımda “bana göre” ya da “bence” lafını kullanmamışımdır. Kullanmam da. Bu sözleri kullanmak kişinin konu hakkındaki bilgi yetersizliğinden kaynaklanır. Bilmiyorum demenin ezikliğini yansıtmamak için hemen “bana göre” ya da “bence” diye savunmaya geçer ki bu acizlikten başka bir şey değildir. Oysa işin uzmanı olan, kendine güvenen, kendisine güvenildiğini bilen ve taşıdığı bu sorumluluğun bilincinde olan kişiler, açılımlar yaparak yeni ufuklar belirler ve çetrefilli konularda hüküm vererek “Bu böyle olmalıdır!” der. Gelişmeleri ise zamana bırakır. Dedikodularla zaman kaybetmez. Bu aşamaya gelebilmek ise lafla değil icraatla mümkündür.

Aruz ölçüsüyle liseli yıllarda tanışmayanımız yoktur sanırım. Severiz ya da sevmeyiz, tartışılabilir. Fakat tartışılmayacak bir şey varsa o da bu ölçünün edebiyat tarihimizin bir dönemine çok güçlü olarak damgasını vurmuş olmasıdır. Bunu hiç kimse yadsıyamaz. Özellikle divan edebiyatında bu ölçüyle doruk noktalarda değerli eserler üretilmiştir. Zamanla değişen akımlar ve alışkanlıklar, uygulanmasındaki zorlukların da etkisiyle bu ölçünün kullanım alanından kalkmasına daha doğrusu kullanılırlığının sıfır diyebileceğimiz bir noktaya inmesine neden olmuştur. Cumhuriyet döneminde ise gittikçe geri plana itildiği için çok az şair bu alandaki uygulamaları başarıyla sürdürmüştür. Günümüzde ise hiç yoktur diyebiliriz.

İşte tam bu noktada Mehmet Beyle tanışmak ve onun şiirlerini okumak, paylaşmak kısmet oldu. Şimdi kendisine hitaben yazdığım mektubumu sunuyorum.
Mehmet Bey, şiirinizi hayranlıkla ve dizimi döverek (!) okudum. Günümüzde böyle bir eserin ortaya çıkarılması gerçekten gıpta edilecek bir durum. Bu Allah vergisi sanatçı ruhunuzdan dolayı sizi kutluyorum. Liseli yıllarımda edebiyat dersimizde zevkle okuduğum Fuzulî, Nedim, Nabi, Nefî gibi şairlerin şiirlerini okurken o kalıbı kaybetmemek ve okunuşuna özen göstermek için avuç içimi dizime vurarak ahengi takip eder aruza uygun tonlamayla seslendirmeye ve kalıbı bulmaya çalışırdım. İnanılmaz bir haz duyardım. O yıllarda bunu becermek gerçekten hünerdi. Edebiyat öğretmenim daha şiiri okurken kalıbını anında bulurdum. Oysa sınıftaki diğer arkadaşlarım önce yazar, sonra uzun süre kalıbı çözmek için uğraşırdı. Yıllardır bunu yapmamıştım. Farkında değilmişim, meğer ne kadar özlemişim. Sayenizde özleminin farkında bile olmadığım bu güzelliği yaşadım. Şiirlerinizle dizlerime o mutluluğu yaşantınız. Gönlüme ise şiirin iç ahenginden yansıyan edebî ruhun hazzını yaşattınız. Hele dilinizdeki sadelik ve akıcılık bir başka çeşni. Özellikle rica ediyorum lütfen bu yeteneğinizi ve yaratıcı ruhunuzu yansıtmaktan geri kalmayınız.

Kimi zaman, daha doğrusu kimilerince bu tarz yazmanız yadırganabilir. Lütfen bunlara kulak asmayın. Avam bir tabirle ciğere ulaşamayan kedilerin ne dediği meselini hatırlatmak isterim. Siz kervanınızı yürütün, kim ne derse desin. Bizim edebî değerlerimizden olan ve bir döneme, hem de çok önemli bir döneme iz bırakmış aruz veznini, sadece kitaplarda kalmış olmasının zavallılığından kurtarmış olmakla büyük bir görevi yerine getirmiş oluyorsunuz. Bu ulvî görevden, örnek çalışmalarınızdan dolayı sizi candan kutluyor, yeni eserlerinizi görmek ve kalıcılığının daim olmasını diliyorum.

Bu eserlerinizden yola çıkarak kıssadan bir hisse alınması gerekirse, istenildiğinde olmayacak denilen şeylerin çok da güzel olabileceği gerçeğini görüyoruz. Aruz denilince, divan edebiyatı denilince genellikle ürküntüyle karşılaşılan ağdalı bir dil akla gelir ve sanki kuralmış gibi olmazsa olmaz olarak değerlendirilir. Oysa işte sizin örneklerinizde bunun tam tersini, günümüzün yaşayan, duru, akıcı ve anlaşılır diliyle de bu uygulamanın gerçekleşebileceğini görüyoruz. Siz ön yargıları sıfıra indirmeyi başaran bir kişisiniz. Edebiyatımız bu anlamda size minnettardır. Sayenizde aruzun ürkütücü bir yanının olmadığı bir kez daha anlaşılmış olacaktır. Tıpkı Osmanlıca düşmanlığı yapanların, Osmanlıca deyince ilk düşüncelerinin Arap ve Fars kültürü, edebiyatı vb. değerlerin; dahası İslamî değerlerin öne çıkacağı ön yargısıyla tedirginliklerini hırçınlıklarla yansıtmaları gibi. Osmanlıca 700 yıllık kültür birikimimizi içinde barındıran bir buz dağı değil midir? Bizler sadece dağın su yüzündeki küçük bir bölümünü görebiliyor, üstelik yeterince değerlendiremiyoruz bile. Bunun görünmeyen gizemli yüzünü aydınlığa kavuşturmak için onu bilmek, okumak, yazmak gerekir. Oysa bilimsel çalışmalar gerek siyasî gerekse dinî kaygıların baskısı ve çekinceleriyle hep gerileyerek dış kaynaklı malzemeleri sunmayı yeğlemişlerdir. Bize kültürümüzü yabancılar öğretmeye kalkıştığında ağzımızı açamamamızın tek nedeni budur işte. Osmanlıcaya sırf kullandığı harflerden dolayı dinî açıdan bakmanın tamamen yersiz ve saçmalık olduğunu bilmek ve ona göre gereğini yapmak zorundayız. İşte, benzeri bir durumda siz bunun en güzel yansımasını ortaya koyuyorsunuz. “Öcü” gibi değerlendirilen aruz kalıbının aslında hiçbir şekilde çekinilecek, dışlanacak yanının olmadığını örnekleriyle çok güzel sergiliyorsunuz. Bunun darısı Osmanlıca eğitimine diyelim. Umarım aruz vezni ile şiir yazdığınız için sizi eleştirmeye kalkışan, kendi sığ görüşleri içerisinde kalıplaşan densizler, beni de yanlış anlayıp “geri kafalı, bu nasıl düşünce” diyerek eleştirmeye kalkışmazlar. Eğer bir ulusun kültür kaynağına sahip çıkabilmesi için gereken özeni göstermek, bunu istemek ve gereğini yapmak geri kafalılıksa tüm söylenenleri kabul ediyorum. Evet, ben geri kafalının tekiyim. Bu doğrultuda onlar da 700 yıllık birikimi yok saymayı göze alabiliyorlar demektir. Elbette kimine göre bu anlamsızdır, gereksizdir. Çünkü yoz, sıfır altı ve devşirme kültür sergilemek daha kolaydır. Üstelik çok da “havalı” gösterir (!) kişiyi. Gelecek mi? Kimin umurunda.

Nasıl ki hece vezni bizim halk edebiyatımızdaki yazın türünün bir birimiyse, aruz da yine bizim -dışlamaya kalkışmak kendini inkârdır- bir edebî değerimizdir. Onun yıllarca üvey kalmışlığının nedeni, uygulamasındaki zorluklar ve kendine şair denilmesini isteyen entel kılıklı bazı çokbilmişlerin bunu uygulayabilme yetersizliklerinden kaynaklanan yeteneksizliklerini örtbas etmek için aşağılayıcı çıkışlarındandır. Bırakın efendim, bırakın onlar acizlikleri içerisinde üç-beş güzel şatafatlı sözü alt alta yazarak kelebek ömürlü ucuz şairliklerini sergilemeye çalışsınlar. Edebiyatta kalıcılık ve güç okuyucuya bağlıdır. Okuyucu sevdiği, kabul ettiği sürece yazarlar ölümsüzdür. Eminim ki sizin eserleriniz de gerektiği değeri görecek ve bu alanda ölümsüzleşecektir. Sayenizde edebiyatımıza günümüz koşullarına uygun biçimde yansıyarak dönen bu güzelliği selamlıyor ve “Hoş geldin aruz!” diyorum.

Son olarak bir şey sormak istiyorum. Acaba millî şahlanışımızın yansıması, gurur kaynağımız İstiklâl Marşı’nın aruz ölçüsüyle yazıldığını kaç kişi biliyor dersiniz? Eminim çok az kişi. İşin garibi sizi eleştirmeye kalkışanlar, eminim o çoğunluğun içindeki zavallılardandır. Umarım kalkıp da “Ben böyle bir kural duymadım.” diyerek hem bilgi noksanlığını sergileyip hem de yavuz hırsız misali bir de eleştiri yaparak gülünç duruma düşmezler.

Selam ve saygılarımı sunuyorum.

Tahsin MELAN
***
Şimdi de size Mehmet Beyin aruz ölçüsüyle kaleme aldığı bir şiirini sunacağım. Eminim hiçbir şekilde yadırgamadan zevkle okuyacaksınız.

SEVİYORSAN BENİ, GEL!

Beni kim anlayacakmış, sevecekmiş soramam,
Güvenim yok bilesin sen; seviyorsan beni, gel!
Sana, sözler veremem ben, anılardan kaçamam;
Bırakıp gitmeyeceksen, seviyorsan beni, gel!

Yaşamım dert dolu varsan, koşarak gel… Beni sev,
Yüzümün rengi sararmış, öperek gel… Beni sev,
Şu yalan dünyada can’ım, diyerek gel… Beni sev,
Canımı yakmayacaksan, seviyorsan beni, gel!

Heba oldum, cefa çektim, hayatımdan ıradım,
Kaderin zor oyunundan, çıkamadım bunadım,
Duyasın… ”Çok Seviyorken”, nice dertler yaşadım,
Bana dert vurmayacaksan, seviyorsan beni, gel!

Yazayım söyleyeyim yâr, seni ben aldatamam,
Hayatımdan kesitim var, mazilerden kaçamam;
Yüreğimden silemem ben, sana bir şey diyemem,
Umudum sen olacaksan, seviyorsan beni, gel!

Şiirin Vezni (ölçüsü): Fe’ilâtün / fe’ilâtün / fe’ilâtün / fe’ilün

Tahsin MELAN

* Yakın zamana kadar “Akrostiş” olarak bilinen bu şiir sanatına bir başka yazımda değineceğim.

Please follow and like us:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tahsinmelan@gmail.com
https://www.youtube.com/channel/UCJQiDcLkcZOvHI2rdl3-pIw
https://www.youtube.com/channel/UCJQiDcLkcZOvHI2rdl3-pIw
https://www.instagram.com/tahsin.melan/
WP Radio
WP Radio
OFFLINE LIVE